Şeyhi adına irşad faaliyetinde bulunan ve sırlanmasından sonra yerine geçen kimse demek olan halîfe însân-ı kâmil anlamında bir tasavvuf terimidir. Sözlükte “arkada olmak, birinin arkasından gelmek, yerine geçmek” anlamlarına gelen half kökünden türetilmis olup “birinin yerine geçerek işini, görevini devam ettiren” şeklinde açıklanan halîfe kelimesi (çoğulu hulefâ, halâif) terim olarak biri siyasette, diğeri tasavvufta olmak üzere başlıca iki alanda kullanılmaktadır. Bir kimsenin diğer bir zatın yerini tutmasına hilâfet, halife tayin etme işine de istihlâf veya tahlîf denir.
Hazreti Ğavs Abdulhakim Bilvânisî (ks) bir sohbetlerinde, halifelik üç kısımdır,
Birincisi: Cenabı Hakk'tan doğrudan Resulullah’a (as) gelir, O'ndan da silsiledeki sâdâta, onlardan da hayattaki mürşide bildirilir. Mürşid de halifelik emri gelen kişiye tebliğ eder. Bu kişi bu emri reddedemez. Bu özellikteki kişi kalb, letâif ve Nefyu isbat virdini sırası ile çekip bitirmiştir.
İkincisi: Mürşid, kendi şeyhi veya silsiledeki başka meşayihlerle istişare kurarak bazı zâtlara halifelik verebilir. Bu zât da aynı şekilde seyri sülûkunu tamamlamıştır.
Üçüncüsü: Mürşid; uygun gördüğü bir
şahsa, kısa zamanda vazifesini tamamlatır veya onu çileye tabi tutar veyahutta kendi görüş ve yetkisine dayanarak bir kişiye hilafet verebilir, buyurmuşlardır.
Bir halifede bulunması gereken kriterler:
1-Halife olan zatın şeyhinden yazılı bir icazeti var mı veya ihvan kardeşlerinin ekser çoğunluğunun olduğu ortamda şeyh efendi o zatı işaret buyurmuş mu?
2- İlmi ehliyeti var mı?
3-Sulûkunu ikmal etmiş mi?
4-Şer’i şerife uygun bir yaşantısı var mı? Yaşantısı sünneti seniyyeye uygun mu?
5-Genel olarak zahir ve batın ilmini kendinde birleştirmiş, diğer bir deyişle ilmiyle amil ulemanın çoğunluğu onun irşada ehliyetli olduğuna kanaat getirmiş mi?
6-İnsanlarla maddi olarak ilişkileri hangi düzeyde? Genelde alan sınıfında mı yoksa elinde az bir şey bile olsa paylaşan biri mi?
Yukarıda sorduğumuz sorular birincisi hariç bir insanda mevcutsa o insan zaten Allah’ın halifesidir. Çünkü o yeryüzünde Allah’ın istekleri dışında bir şey zaten yapamaz. Gönlü her zaman Hakk’a dönük olduğu için ilahi ilhamlara muhatap olur. Rabbi onun gören gözü tutan eli yürüyen ayağı olur. İlahi muhafazanın içine alınır. Yani enbiyayı izam hazeratı nasıl masum iseler, bu vasıflardaki zatlar da mahfuz olurlar.
İşte böyle bir yaşantıya, hâle, iradeye ve anlayışa sahip evliyaullahı izam hazeratı gerçek manada halifetullahtır. Açıkçası onlar icazetlerini Allah’tan almışlardır. Onlar yeryüzünde her işlerini Allah adına ve Allah için işlerler. Hakk’ın rahmeti ve merhameti onlarda tecelli eder. Halka şefkat ve merhamet nazarı ile bakarlar. Fakat ilahi hudutlar aşılmaya başlandığında Allahü zülcelâl hazretleri’nin celali onlarda tecelli ederek canları pahasına mücadele ederler. Çünkü onlarda Allah aşkı mükemmel derecede olduğu için maşukun incinmesine asla tahammül edemezler.
Bunun aksine bugün “Ben falanın halifesiyim.”, “Filan zamanda bana rüyada verdiler.”, “Ben bir gün yanlarındayken sadece bana söylediler.”, “Şeyhimin zamanında sulûkumu bitiremedim ama siz bana intisab edin ben sonra sulûk bitiririm.” gibi ispatı mümkün olmayan şekillerle hilafet veya şeyhlik iddiasında bulunmak manevi yol kesicilikten başka bir şey değildir. Ğavs (ks) hazretlerinin “Eğer birisi şarkta, birisi garbda iki müridiniz aynı anda sekerat haline düşmüşken ikisinin de imanını kurtarmaya koşamayacaksanız, gidin dağda eşkıyalık yapın, ümmetin imanıyla uğraşmayın. Daha az günah işlemiş olursunuz.” buyurduğu gibi bir duruma düşmemek gerekir. Yine büyüklerimiz “Eğer bu şeyhlik iddiasında bulunanlar bu işin zorluğunu bilseler arslandan kaçan ceylan gibi bu işten kaçarlar.” buyurmuşlardır.